10 Mart 2014 Pazartesi

Güzel Ülke, Küçük Kız ve Kötü Kral

Bir zamanlar çok uzak bir evrende, parıldayan yıldızların ve sonsuz sayıdaki gezegenlerin arasında yemyeşil bir dünya ve bu dünyada yer alan küçük, bereketli bir ülke varmış. İnsanlar bu ülkede sorunlardan uzak mutlu bir şekilde yaşarlarmış. Çünkü bereketli toprakları, pırıl pırıl  nehirleri ve ülkenin her köşesinde ayrı bir mevsim yaşatabilen eşsiz bir iklimleri varmış.

Varmış var olmasına da bu ülke birazcık talihsiz bir ülkeymiş. Ayakta kaldığı asırlar boyunca pek çok aç gözlü, kötü kral tarafından yönetilmek zorunda kalmış. Her şeye rağmen halkı yılmamış topraklarını terkedip kaçmamış çünkü ülkeyi kuran ilk kral onlara ne durumda olurlarsa olsunlar ülkeye sahip çıkmalarını öğütlemiş ölmeden önce. Her yere haberciler salıp tüm halka bu öğüdünü duyurmuş. Halk da asırlar boyunca onun sözünü dinlemiş, dinletmiş ve ülkelerinden gitmemiş. Arada çok iyi krallarla da karşılaşmamış değillermiş hani. Ama bu kralların ya ömürleri kısa olmuş ya da bazı emellere hizmet etmeyi reddettiklerinden bir şekilde tahttan indirilip uzak diyarlara sürülmüşler. Bir süre sonra halk bu duruma alışmış ve kralların kötülüğünü umursamaz olmuş. Onlar sadece tarlalarını süren, ekinlerini biçen ve bereketleri topraklarından elde ettikleri ürünleri satarak geçimlerini devam ettiren bir halk haline gelmişler. Ne krallarla ne yönetimle ne de gelecekleriyle ilgili konuşur olmuşlar. Zaten bu konuşmaları yapmak isteyen, yönetime karşı çıkmaya çalışan erdemli kişileri, ileri görüşlü düşünürleri ve akıllı yazarları bir bahaneyle zindana attırırmış krallar ve hiç kimse bir daha onlardan haber alamazmış. Böylece halk korkar olmuş, susar ve kendi hayatını yaşar, mutluluğu tarlasında, evinde, işinde arar olmuş.

İşte bizim küçük kızımızın hikayesi de bu olanlardan yıllar sonra başlamış.

Ailesiyle mutlu bir şekilde yaşayan, okuluna giden arkadaşlarıyla oyunlar oynayan küçük bir kız varmış. Derslerinde pek başarılıymış küçük kız. Ailesi, arkadaşları, öğretmenleri onu çok severlermiş.

Bir gün arkadaşlarıyla okuldan eve dönerken küçük kız, büyük meydanda halkın toplandığını görmüş. Hemen o tarafa yönelmişler birlikte. Bir kaç haberci kralın öldüğünü ve yeni kralın ertesi günden itibaren tahta çıkacağını, eski kralın cenaze törenine bütün halkın katılmasının zorunlu olduğunu ve törenden sonra bir hafta boyunca yas tutulacağını duyurmaktaymış. Yas bittikten hemen sonra da yeni kralın tahta çıkışı kırk gün kırk gece süren törenlerle kutlanacakmış. Herkes bu törene katkıda bulunmalıymış yemekler hazırlamalı, elbiseler dikmeli, yeni kral için hediyeler göndermeli ve içinde çocuklar, gençler, yaşlılar, şiirler, şarkılar ve oyunlar olan eğlenceler düzenlemek için seferber olmalıymış. Çünkü yeni kral değişik fikirlere sahip, hayatında bazı hatalar yapmış olsa da artık bu şekilde hatalar yapmayacağına saraydakileri ikna etmiş genç bir adammış. Halkın büyük bir kısmı bu adamı çok tutar, onun iyi bir yönetici olacağını düşünürmüş. Çünkü - dedik ya- bu adamın değişik fikirleri ve vaadleri varmış.

Küçük kız bunları duymuş ve hemen ailesine söylemek için eve koşmuş, çünkü eski kralı severmiş ailesi. Küçük kız da onun yaşlı iyi bir adam olduğunu düşünürmüş. Endişe ve şaşkınlıkla eve varmış küçük kız haberi vernek için. Fakat ailesi zaten bu durumu bilmekteymiş. Haberciler sabahtan beri ev ev meydan meydan dolaşıp bu haberi vermekteymişler.

Neyse, cenaze töreni yapılmış, yas tutulmuş, ardından da kırk gün kırk gece süren şenlikler... Ve kral tahta çıkmış. Aslında pek çok kişi yeni kraldan memnunmuş, genç bir adammış yeni kral, ülkenin geleceğiyle ilgili umut veren vaadleri varmış. Pek çok kişinin kanı ısınmış yeni krala...

Gel zaman git zaman yeni kral pek çok şey değiştirmiş ülkede, ülkenin bozuk olan ekonomik durumunu düzelttiğine inandırmış insanları; satılan ürünler daha ucuza satılmış - doğrudur -  ama insanların cebine giren para da daha az olmuş. Yeni kurallar getirmiş, yeni kıyafetler diktirmiş saray terzilerine ve herkese dağıtmış, isteyen istediği zaman giymekte özgürmüş bu kıyafetleri. Özgürlükçüymüş yeni kral, ezilenerin yanında olduğunu söylermiş hep, halk istediği dili konuşmakta istediği tanrıya inanmakta özgürmüş - yani öyle dermiş yeni kral. Bir süre sonra her konuyla - tarım, sağlık, beslenme, çalışma, eğitim ile-ilgili yeni kurallar çıkarır, kural kitabındaki bazı kuralları görmezden gelir, onları yenileriyle değiştirir olmuş kral.

Bizim küçük kız bir gariplik olduğunun farkındaymış -çünkü akıllı ve çalışkanmış -. Farkındaymış da ne olduğunu tam olarak anlayabilecek kadar da büyük değilmiş hani. Tüm halk ülkenin durumunun yeni kurallar sayesinde iyiye gittiğini düşünürken garip şeyler olmaktaymış sarayda ve meydanlarda.

Uzun süredir boş olan zindanlar meydanlarda konuşmak isteyen düşünürler, bilginler, yazarlar ve yayımcılarla dolmaya başlamış tekrar. Küçük kızın öğretmenlerini bile zindana götürmüşler bir gün, sınıflarında yanlış şeyler konuştukları için. Ama neyse ki salıvermişler bir süre sonra. Zaten artık öğretmenlerinde de bir gariplik varmış küçük kızın. Eskisi kadar hevesli değillermiş ders anlatmaya, oyunlar oynatmaya. Öğretmenleri küçük kıza ve arkadaşlarına başka kitaplar vermişler ama bu kitaplar onlara bir şey öğretmekten çok uzakmış. Büyük resimleri, sığ yazıları varmış. Hatta bazıları yalan yanlış bilgilerle doluymuş. Pek çok öğretmen bu kitapları kullanmamaya çalışıyormuş aslında ama yine de o kitapların sınıflarda, öğrencilerde olması zorunluymuş. Artık bir şey öğrenemediğini hissediyormuş küçük kız, zaten ders çalışmak da içinden gelmiyormuş. Çalışacak, öğrenecek değerli ve yeni bir şey yokmuş ki! Zaten değerli olduğunu iddia ettikleri bilgileri onlara altın karşılığı sunan özel öğretmenler ve evler varmış; zengin ailelerin çocukları bu evlerdeki özel öğretmenlerden ders alma lüksüne sahiplermiş. Ülkenin her yerinde böyle evler ve öğretmenler varmış artık...

Meydanlarda her gün bir eğlence, bir düğün, bir oyun düzenleniyormuş. Haberciler bunları öyle bir anlatıyorlarmış ki ballandıra ballandıra, tüm halk işini yapmak yerine, öğrenciler derslerine çalışmak yerine sabah akşam bu eğlencelere gider olmuş. Bir süre sonra öğrenciler de derslerine girmeyip bu eğlencelerde yer almaya çalışır olmuşlar. Çünkü bu eğlencelerde yer alanlara büyük miktarda altın verdiriyormuş kral. Artık gençler - aslında neredeyse herkes -  kolay kazanç peşindeymiş; öğrenmenin ve emeğin değil. Böylece insanlar zamanında öğrendiklerini, onlar için değerli olan şeyleri de unutmaya başlamışlar. Çalışmanın hazzını tatmaz, okumaz ve umursamaz olmuşlar. Hepsi bu eğlencelerin büyüsüne kendini kaptırmış ve gözleri başka bir şey görmez olmuş.

Bizim küçük kızımız da bu eğlencelerden hoşlanıyormuş aslında ama ailesi hepsine katlmasına izin vermiyormuş ve kızımız okuluna devam ediyor, değişik kitaplar, yayınlar okuyor yeni şeyler öğrenme çabasını devam ettiriyormuş. Kitap okurken atıştırmayı çok severmiş küçük kızımız. Fakat bu konuda büyük bir sorunu varmış. Artık çok sevdiği elmaları, portakalları, kirazları, narları ve dahası biberleri,domatesleri, patatesleri, patlıcanları da yemek istemez, onları beğenmez olmuş; renkleri şekilleri yerli yerindeymiş ama sünger gibiymiş hepsi ve kağıt gibiymiş tadları. Tadları güzel olanlarsa çok pahalıymış, ailesi ise her zaman onlardan alabilecek kadar zengin değilmiş. Bu yiyeceklerden yiyen insanlarda zaman zaman bazı hastalıkların ortaya çıktığını duymuş küçük kız ve artık bu yiyeceklerden yememeye karar vermiş.

Yine bir gün meydanda, bir eğlencenin ortasında bir kaç genç adam gizlice bazı kağıtlar dağıtmaktaymış. Küçük kız meraklı - ve okumayı seven -  biri olarak gençlerin verdiği kağıtları almış. Bu kağıtlarda "Kötü Kral" yazmaktaymış. Kralın yaptığı herşeyin bir kandırmaca olduğunu, halkın gözünü eğlencelerle boyayarak ülkeyle ilgili gizli anlaşmalar yaptığını, yeni kurallar ve özgürlük vaadleriyle aslında halkı kandırdığını, tüm bu iyi insanların gerçekleri görmesine yardımcı olan şeyleri - eğitimi, kültürü, onları geçmişe bağlayan güzel değerleri  - gelenekleri - bir bir ortadan kaldırarak halkı kendisine ve emrinde olduğu başka büyük ülkelerin krallarına köle etmek istediğini söylüyormuş bu kağıtlar. Küçük kız okuduklarına inanamıyormuş. İnsanlardan bazı şeyler duyuyormuş evet, ama yine de burada yazan şeyler çok ağır suçlamalarmış. Bir köşeye çekilmiş, düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş küçük kız... Habercilerin duyurduğu bazı şeyleri hatırlamış; ülkeyi ziyarete gelen, adlarına şenlikler düzenlenen büyük ülkelerin krallarıyla ilgili.  Yeni kuralları düşünmüş, derslerini, öğretmenlerini, zindanlardaki bilginleri düşünmüş ve o an büyümüş küçük kız... Gerçekleri anlayacak kadar büyümüş. Ülkesinin kocaman bir yalanın içinde yitip gitmekte olduğunu görmüş. Üzülmüş küçük kız, çok üzülmüş... Ama o tüm bu anladıklarına rağmen - yine de - küçücük bir kızmış elinden ne gelirmiş ki?

Birden büyük insanların - annesinin ve babasının- ona yardım edebileceklerini düşünmüş. Hemen onlara koşmuş, Kötü Kral'la ilgili tüm okuduklarını tüm düşüncelerini bir bir anlatmış... Aslında anne ve babası - ve pek çok büyük insan da - anlatılanların ve durumun farkındaymış. Ne de olsa onlar hala ilk kralın öğütlediklerini anımsayan, özümseyen insanlarmış ve çok sevinmişler küçük kızın da olanları anladığına ve onlar gibi düşündüğüne.

Çünkü onlar biliyorlarmış ki ne kadar çok 'küçük kız' onlar gibi düşünürse ülkenin geleceği emin ellerde olacak, o yeşil ve bereketli ülke hep var olacak...Ve biliyorlarmış ki ne kadar çok 'küçük kız' ülkede süregelen olayları anlarsa, 'Kötü Kral' ve onun gibilerin tahta çıkmalarına, idareyi ele geçirerek bu 'küçük güzel ülke'yi kendi şahsi emellerine alet etmelerine imkan verilmeyecek...

Neyse... Bir anlamda onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine... Gökten üç elma düşmüş, biri anlatana - afiyet olsun- , biri anlayana - afiyet olsun- , biri de anlamayanın başına -bir an önce uyuduğu derin uykudan uyansın diye!-...

8 Mart 2014 Cumartesi

Koca Bir Dört Yıl...

4 yıl geçmiş, koca bir 4 yıl ve ben tek kelime yazamamışım günlüğüme... Zaman zaman istesem de, bir türlü beceremedim, toplayamadım kafamı, götüremedim elimi... Bugün bahanem Düya Kadınlar Günü oldu, umarım devamı gelir...

Sevgiler ve esenlikler...

8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun...


  So you wanna push me
Take my edges away
And try to make me something different
You think you can mold me
Like I’m made of clay
and erase all my innocence
Don’t put me in a box  cause my soul's all I got
And I ain’t getting another one
Oh I may feel a lot
But I’m not sorry
I’m not worried
I’m not ashamed to be the girl I am
I can’t hide it
Not trying to fight it
I’m just doing the very best that I can
You want me to lie and apologize
for what’s inside of me
But I’m not sorry no I’m not sorry
I’m not sorry no I’m not sorry
So go ahead and hate me
for who I am
or love me for who I’ll never be
It’s not always pretty
I’ll get black and blue
there’s more to me than you’ll ever see
If you don’t like who I am
You don’t think that I can
Well I don’t need your approval
No you won’t understand
That I’m not sorry
I’m not worried
I’m not ashamed to be the girl I am
I can’t hide it
Not trying to fight it
I’m just doing the very best that I can
You want me to lie and apologize
for what’s inside of me
But I’m not sorry no I’m not sorry
I’m not sorry no I’m not sorry
It’s not wrong when I make a mistake,
so what do you want?
Do you wanna see me break?
I’m not sorry
I’m not worried
I’m not ashamed to be the girl I am
I can’t hide it
Not trying to fight it
I’m just doing the very best that I can
But I’m not sorry
I’m not worried
I’m not ashamed to be the girl I am
I can’t hide it
Not trying to fight it
I’m just doing the very best that I can
You want me to lie and apologize
for what’s inside of me
But I’m not sorry no I’m not sorry
I’m not sorry no I’m not sorry

4 Kasım 2010 Perşembe

Yeni Blogum Hayırlı Olsun!

Sadece parfümlerden bahsedeceğim yeni bloguma Heaven Scents Fragratics adını vermeyi uygun gördüm... Anlam olarak da 'cennetten gelmiş kadar güzel kokuları inceleyen bilim dalı' gibi bir anlamı olmasını istedim. İyi etmişim... Severek yazacağım. Çok seversem ingilizcesini de yazacağım. Aferin.

31 Ekim 2010 Pazar

İlham

Sevgili bıdığımın yoğun ısrarları ve çabaları üzerine yeni bir blog açmaya karar verdim. Çok sevdiğim şeyler olan "kokular" üzerine yazacağım, daha doğrusu yazmaya çalışacağım. Şimdilik bu kadar, blogumun ismine karar vereyim şimdi ben.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Yaşlanıyorum?











Tahammülsüzlük denen şey bu aralar başıma en çok gelen şey. Yaşla mı yaşanmışlıkla mı ilgilidir bilmem ama artık insanların saçma sapan konuşmalarına müdahele etmek, aptal tavırlarına bir dur demek istiyorum. Katlanamıyorum çünkü, hoşgörü gösteremiyorum, bu yüzden de kaçıyorum bu insanlardan, ortamlardan. Hayatıma yeni kişiler sokmak da istemiyorum, yeni insanlara verdiğim o ufacık şansı da bir çırpıda silip atıyorum, çünkü biliyorum ki tahammül sınırlarımı zorlayacaklar...

Eskiden herkese, herşeye hoşgörüyle yaklaşan ben, herkesin en aptalca davranışlarındaki olumluyu görmeye calışan ben, nasıl oldu da bu hale geldim bilemiyorum. Sanırım yoruldum. İnsanlardan yoruldum, onları tanımaya anlamaya çalışmaktan, kimse kırılmasın, üzülmesin diye kendimi yıpratmaktan yoruldum.  Şu ana kadar hayatıma girmiş olanlar bana yeter artık gibi geliyor. Onlar beni hayatlarına kattılar bir şekilde, ben de onları ve bu kadar kişi bana yeter. Fazlasına ihtiyacım yok, çünkü artık dünyam küçücük.

Eskiden neredeyse telefon rehberimdeki herkesin doğum gününü kutlardım, etrafımdaki tanıdığım, bildiğim herkesin. Özel günlerde herkesi arardım, mutlu olmalarını isterdim çünkü.  Fakat artık istemiyorum, içimden gelmiyor, gerek duymuyorum. Kendimi kapattım ve bir daha da açmayı düşünmüyorum. İnsanlıktan çıkmışım gibi hissediyorum ama böyle. Bir an çok uzaklardaki ya da çok uzun süredir görmediğim bir arkadaşı aramak geliyor içimden. O an çok mutlu hissediyorum fakat sonra buna gerek olmadığını ve onun bensiz bir hayatı olduğunu farkediyorum. Benim onun hayatında olmam onun için bir şey değiştirmeyecek, tıpkı onun benim hayatımda olmasının da benim için bir şey değiştirmeyeceği gibi. Ve vazgeçiyorum. Ve yoluma devam ediyorum.

Sanırım asıl aradığım şey beni yormayacak insanlar. Böyle insanlarla tanışınca işler kendiliğinden ilerliyor zaten, çaba sarfetsek de yorulmadan, yıpranmadan. Çünkü onlara tahammül edebiliyorum bir şekilde; çünkü onlar da bana tahammül edebiliyor. Ben de dünyadaki en iyi ve en normal insan değilim sonuçta! Fakat bu insanlarla karşılaşmak gerçekten çok ama çok zor benim için. Ama bir kez karşılaşınca birbirimizin hayatlarındaki yerini almış oluyoruz hiç farketmeden, zorlanmadan ve zorlamadan sınırları. Sanırım artık doğru olanı yapmayı öğreniyorum. Sadece hakedenlere gereken değeri vermem, diğerleriniyse umursamamam gerekiyor, ya da ben öyle zannediyorum. Ya da sadece büyüyor, yaşlanıyorum... 

6 Haziran 2010 Pazar

...

Allahım, sen yardım et, sen koru...